Fas
Ekin Güven
Çağımızın temel sorunlarından olan sürdürülebilirlik ve optimum üretim/tüketim oranlarını belirleme durumu, yapı sektöründe de kendini hisettirir biçimde kriter belirleme aracı haline gelmiş bulunmaktadır. Yapı malzemeleri, özellikle üretim sürecinde ortaya çıkardığı karbon ayak izi açısından, küresel ısınma sorunlarına uyum sürecinde sancılı bir konumda bulunmakta.
Ağaç, kenevir, bambu doğadan alıp ta yeniden dikim yolu ile doğaya verebilen gerçek anlamda tek sürdürülebilir yapı malzemeleridir. Temel olarak canlı bir varlıktan vücuda gelen bir materyal olarak, kendi parçasından tekrar çoğalarak, büyüyerek, ömrünün sürdürebildiği için, ağaç, kendi mikro ve makro yaşam döngüsü içerisinde tam sürdürülebilir bir yapıya sahip. Yapı teknolojisinde kullandığımız en basit en masum toprağı bile doğadan alıp yapıda kullandıktan sonra, yıkıp yeniden kullanma şansımız var ama doğadan aldığımız gibi saf ve el değmemiş olarak yerine koyma şansımız yok. Eğer 1.sanayi devrimi sonrasında beliren ilk felsefi doğaya dönüş akımlarından sonra yapısal üretim trendi olarak kişisel ağaç stoğu üretmek gibi hareketler benimsenmiş olsaydı (kişibaşı yapı alanında kullanılacak optimum kütlenin dikiminin kişi doğduktan sonra yapılması gibi) şu an ki dünya nüfusunun kapladığı yer yüzü ölçümünde (Toplam yerkürenin %6’sı) olabilecek farklılıkları tahmin bile edemeyiz. Küresel ısınmanın dünyamızı tehdit etmeye başladığı şu günlerde ise çağdaş tasarım kriterlerinin en başında sürdürülebilir yapıları yaygınlaştırıp, karbon emisyonunu ve sonucunda ortaya çıkan karbon ayak izini olabildiğince düşürmek olmalıdır. Sadece bir kenevir bitkisinin üretimi ile aynı miktarda ormanlık alanlardan açığa çıkabilecek oksijen miktarının 3 katı elde edilmekte ve bu bitkiler inşaat sektöründe, temel tekstil ihtiyaçlarından yapının kaba inşaat malzemelerine kadar, yapı biyolojisine zarar vermeden, birçok alanda kullanılabilmektedir.
Günümüz teknolojisini bu ürünlere entegre etmeye çalışmakla da inanılmaz sonuçlar elde edilebileceğine inanıyoruz. Örtücü ve strüktürel ürünlerde CNC teknolojisinin kullanımı, taşıyıcı elemanlarda, bir başka malzeme ile mümkün olmayacak fiziksel değerleri yakalamak konusunda laminasyon teknolojisinin kullanımı, çağdaş yapılarda ahşap kullanımının önünü her geçen gün daha fazla açmaktadır.
Ahşap üretimine başka bir boyut ise ‘Genetik Mühendisliği’ tarafından önümüzdeki senelerde kazandırılabilir. Çinde üretilen ‘Paulownia’ ağaçları bunun en güzel kanıtı olarak 3 sene içerisinde 21 metre uzunluğa ve 50 cm çapa ulaşabiliyor. Genetiği ile oynanan bitki türleri ile ahşap üretimine getirilecek yeni soluklar, üretim maliyetlerinin düşmesi, üretim sürelerinin azalması, ileride kişisel kullanımlara yönelik özelleştirilmiş ağaç ve ondan temin edilen ahşap piyasasını oluşturabilir.
Sonuç olarak ahşabı bu önemde kullanmaya başlamak ahşaba olan ihtiyacı ve beraberinde ağaç üretimini de tetikleyecektir.
Tasarımdaki ağaç strüktür prekas elaman haline getirilirken de, yapı fiziği göz önüne alındığında, enerji depolama ve ısı direnci açısından toprak dolgunun daha verimli olacağı düşünülmüştür.
Bunun dışında toprak dolgunun bu ahşabı ömrü boyunca özellikle içindeki kireç katkısından ötürü koruyup yapının uzun ömürlü olmasını sağlayacağı da aşikardır.
Bu bileşen aslında, ‘hımış’ yapı tekniği olarak bilinen eski geleneksel Türk yapılarında kullanılan, yüzyıllarca her türlü afet ve olumsuz iklim davranışlarına karşı kendisini korumuş ve günümüze kadar gelmiştir ve hala içinde de rahatlıkla yaşanılabilmektedir.
Kerpiç ile doldurulan bu ahşap iskelet yapı sistemi enerji etkinliği sayesinde iç mekan konforuna ve sağlıklı doğal çevreye yıllarca katkıda bulunmuştur. (Hımış Yapı Örneği ) Bizim yapmaya çalıştığımız ise, günümüz teknolojisini kullanarak bu tekniği yeniden yorumlamak olmuştur. Burada ahşap iskelet sistemi modüler ve taşınabilir paneller haline getirilmiş olup kerpiç ise içinde kıtık olmadan ana hammaddesi killi toprağa belirli ve düşük oranlarda kireç, su ve alçı katılıp sıkıştırılan (ALKER) bir materyal haline dönüştürülmüştür.
Karışımdaki alçı priz yaptıktan sonra toprak kuruduğu için, kuruma rötresi %1 civarındadır. Geleneksel kerpice göre az olan rötrenin yapı kalitesini ve mukavemetini yükselttiği gözlenmiştir. Alçı topraktaki kilin içindeki mineraller ile kimyasal reaksiyona girdiğinden, ALKER adı verilen yeni komposit, suya daha dayanıklı hale gelmiştir ve dolayısı ile de durabilitesi ve mukavemeti de yüksek olmaktadır.
Sistemin bütününde bir sürü birleşme noktası bulunduğu için deprem enerjisini de kolayca yutabileceği sonucuna da varılmıştır.
Ayrıca toprağın yerel malzeme olarak temini ve dolgu malzemesi olarak üretiminde karbon ayak izinin neredeyse yok denecek kadar az olması bizleri böyle bir seçeneğe götürmüştür.
Çünkü sıkıştırılmış toprak dolgunun alaşımında sadece kireç ve alçı kullanıldığı gibi kaya alçısına alternatif olarak fosforik asit üretiminde ortaya bir atık ürün olarak çıkan phospogypsum un da kullanılabileceğini deneyimledik ve gördük. Ayrıca bu ürünü Fas’ta temin edebildiğimiz taktirde uygulama ve sonuçlarının gösterimini de yapmayı planlamaktayız.
Yapının genel tasarım kararları alınırken ise, geleneksel mimariyi ve yerel yaşam kimliğini korumak öne çıkmıştır. Mimari cambazlıklar yerine gelenekselin dilin farklı bir yorumu ile çağdaş tasarım kriterlerini bir araya getirerek özgün bir çizgi yakalanmak istenmiştir. Modüler yapı tekniğini geleneksele uyumlu hale getirerek, geleneksel kimlik muhafaza edilmiş böylece tasarım kriterlerinin sürdürülebilirliği sağlanmak istenmiştir.